MÜ'MİNforum βeta

Merhaba ziyaretçi, Öncelikle sitemize hoşgeldiniz. Ben robot moderatör olarak siteden daha fazla yararlanmanız için sitemize üye olmanızı öneririm. İyi eğlenceler.


MUMİN FORUM


MÜ'MİNforum βeta

Merhaba ziyaretçi, Öncelikle sitemize hoşgeldiniz. Ben robot moderatör olarak siteden daha fazla yararlanmanız için sitemize üye olmanızı öneririm. İyi eğlenceler.


MUMİN FORUM

MÜ'MİNforum βeta
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

MÜ'MİNforum βetaGiriş yap

beta versiyon


descriptionŞERÂFEDDİN ZEYNEL ÂBİDİN (K.S.) EmptyŞERÂFEDDİN ZEYNEL ÂBİDİN (K.S.)

more_horiz
[color:c46b=black][b][font:c46b=Tahoma][size=12][color:c46b=black][b][font:c46b=Tahoma]ŞERÂFEDDİN ZEYNEL ÂBİDİN (K.S.)

Ebul Fukara Şerâfeddin Zeynel Âbidin ibn Abdürreşid Dağıstani! (k.s.) Hicrî 1292 - Milâdî 1876 yılı, Zilkâde ayının üçüncü pazartesi gecesi Dağıstan'­ın Timurhanşuro vilâyeti Ganip kazasının Kikuni köyünde, dünyaya teşrif etmiştir. Yalova ilçesinin Reşadiye (Güney) köyünde, Hicrî 1355 - Milâdî 1936 yılı, Cemâziyelevvel ayının yirmi yedinci pazar günü, altmış üç yaşında iken, irtihâl-i dâri beka buyurmuştur.
Şerâfeddin Zeynel Âbidin hz., Sevgili Peygamberimizin (s.a.v.) vârisi ve has evlâdı idi. Ahlâkı, tıpkı ahlâk-ı Muhammedi, hûlk-u cemil, vasf-ı risâlet penâhî idi. Orta boylu, buğday renkli, sakal-ı şerifi önce siyah, son zamanla­rında beyaz ve pamuk gibi, gözleri mavi, sesi yüksek ve davudi idi. Babası Abdürreşid Efendi, annesi Emine Sârâ Hatundur.
Çocukluğunda Ahmed Sugurî hz.'nin köyüne gider, onun sohbetinden istifade ederek, tasavvuf bilgisini arttırırmış. Altı yedi yaşlarında iken annesin­den, doğurmak üzere olan ineklerinin yavrusunu kendisine vermesini istemiş. Annesinin:
Erkek olursa veririm, dişi olursa vermem, demesi üzerine:
Bu doğacak yavru erkek olacaktır, demiş.
Nitekim inek, bir erkek buzağı dünyaya getirmiş. Annesi de bu yavruyu oğluna vermiş. Şerâfeddin Zeynel Âbidin'in niyeti, bu buzağıyı biraz büyüyün­ce satmak; onun parasıyla iki koyun alarak, ara ara sohbetine devam ettiği Ahmed Sugurî hz.'ne hediye etmekmiş. Bir müddet sonra da düşündüğünü yapmış. Fakat koyunları Ahmed Sugurî hz. 'nin köyüne götürürken, kaçırmış ve kaybetmiş. Boynu bükük, Hazret'in köyüne gelmiş, âdeti veçhile, elini öperek huzurunda oturmuş. Az sonra birisi bu koyunları önüne katarak, köye ve oradan da Hazret'e getirmiş.
- Bu koyunları başı boş buldum, buraya getirdim. Sahibini bulun ve
verin! demiş.
Zeynel Âbidin koyunları görünce tanımış ve:
- Bu koyunlar benimdir. Zaten buraya getirip, size hediye edecektim,
demiş.
Hazret koyunları kabul etmiş ve kurban ettirmiş.
Zeynel Âbidin hz. küçükken, arkadaşları ile oduna gidermiş. Arkadaşları köye, yaş, sağlam ve iri odunlar getirirken; Zeynel Âbidin kuru, dökülmüş, ince dal parçaları getirilmiş. Bunu gören babası, orada bulunan Ahmed Sugurî hz.'ne durumu anlatmış ve sebebini sormuş. Ahmed Sugurî hz.:
Neden sebebini, kendisinden öğrenmek istemiyorsunuz? demiş ve küçük Zeynel Âbidin'e:
Oğlum! Neden kuru dalları getiriyorsun? diye sormuş. O da:
Efendim! Odun kırmak üzere baltayı kaldırdığımda, ağacın "Lâilâhe illallah" zikrini işitiyorum. Onun için kesemiyorum ve gördüğünüz gibi kuru dalları, çalı çırpıları getirebiliyorum, demiş.
Şeyh Şerâfeddin Zeynel Âbidin hz. tahsilini, Dağıstan'da yapmış, fakat ikmâl edemeden-Rus mezâliminden kurtulmak için-kalabalık bir cemâat ile genç yaşta Türkiye'ye göç etmiştir. Türkiye'de Yalova'nın Güney köyüne yerleşmiş ve Muhammed-ül Medenî hz.'nin taht-ı terbiyesine girmiştir. O zamanlar yirmi yedi veya otuz yaşlarında idi. Zâhir ilimlerden bir miktar tahsil etmişse de, kendisine daha ziyâde gizli ilimler verilmiş; Cenâb-ı Hak tarafından "İlm-i Ledün" ile ziynetlendirilmiştir. Daha küçük yaşlarında, Kafkasya'da iken ve sonraları Türkiye'de, sohbet ettiği bir çok ulemâ ve hoca tarafından çok takdir edilmiş; hatta bazı hocalar, karşısında, çok defa, çaresiz kaldıklarını itirâf etmişlerdir.
Şerâfeddin hz.'nin sonradan kayınpederi olan üstâzı Mehmed Medenî hz., o zamanda Dağıstanlılar tarafından çok takdir toplayan, hâli, ahvâli, ilmi, kemâlâtı ve kerâmâtı gayet açık olan, büyük bir zât idi. İşte zamanın sahibini tanıyarak, zâhir ve bâtın evlâtlığa kabul edip yetiştiren, mübârek Muhammed Medenî hazretleri oldu.
Muhammed Medenî hz., Şerâfeddin hazretlerini, mürîdlik zamanında, kapısında nöbetçi bulundurmak şartı ile uzletle vazifelendirmişti. Şerâfeddin hz. uzlette iken; secde esnasında ve secde mahallinde, ağzını ona doğru açmış, yutmaya hazır vaziyette bir ejderhâ peydâ olur. Buna rağmen, huzurunu bozma­dan secdeye başını koyar; ejderhâ kaybolur. Daha sonra, bu halden kendisini Cemâleddin-i Kumukî hz.'nin imdâd-ı rûhâniyyesinin kurtardığı tebşir edil­miştir.
Şerâfeddin Zeynel Âbidin hz. seyr-i sülûkunu, Muhammed Medenî hz.'nin taht-ı terbiyesinde tamamlarken, altı ay kadar, bir cezbe devresinden geçmiştir. Bu devrede, vücûdunun ateşinden kendisini havuza attığında-kızgın bir demirin suya sokulduğunda görülen-bir cızlama olduğunu, hâlen hayatta
olan yaşlı ihvânları nakletmektedir. Bu cezbe devresinin sonunda, Kutb-ül Mürşîdlik vazifesi ile tâltif edilmiştir. Muhammed Medenî hz. de irşâd vazife­sini, zamanın tek sahibi olan bu kıymetli evlâdına devrederek, bütün müridânı ile birlikte ona tâbî olmuştur.
Şeyh Şerafeddin hz., balta girmemiş bir ormanda kurulan Güney Köyü­nü, camiler, medreseler, çeşmeler ile imâr etmiştir. Dağıstan'dan gelen muha­cirleri barındırmış, refah, saadet ve terakkileri uğruna büyük gayretler sarfet-miştir. Telif ettiği kıymetli eserlerin hepsinin, Yunanlıların çıkardıkları yangın neticesinde, ziyana uğramış olduğu söylenmektedir.
Şerafeddin hz.'nin dört hanımı vardır. İlk hanımı Ümmü Gülsüm, ikincisi Râbia, üçüncüsü Hatice, dördüncüsü Zarife hanımefendilerdir. Ümmü Gülsüm hanımdan, Alâeddin, İsmetullah, Raziye, Betül, Halime, Fatma ve Habibe; Rabia hanımdan, Şafî ve Sakine isimli çocukları; Hatice hanımdan, yedi erkek, beş kızı oldu. Dört oğlu küçükken öldüler. Diğerleri: Bahâüddin, Nâtık ve Selâhaddin beylerdir. Kızları: Erbin, Ayşe, Safiye, Nezihe ve Şerife hanımlardır. Zarife hanımdan çocuğu olmamıştır.
Oğlu Bahâüddin, 1927 yılında yirmi iki yaşında iken, Trabzon'da hastalanır. Epey zayıflar ve yataktan kalkamayacak hâle gelir. Annesi Hatice Hanım, Efendisinden, "oğlunun yaşaması için duâ etmesini" ister. Şerafeddin hz.:
- Bu çocuk pek Hakk'ın emrine uymuyor. Nasıl olsa ölecek. Bırak,
şimdiden gitsin! der.
Fakat Hatice hanımın İsrarı üzerine, duâda bulunur. Duâsı berekâtıyla, oğlu Bahâüddin'in sıhhati avdet eder. Ancak babasının nasihatlerini dinleme­diğinden, tekrar hastalanır. 1934 yılında, askerde iken vefat eder. Bu esnada köyde Hazret, hanımına:
- Oğlun Bahâüddin şehit olarak, öbür dünyaya intikâl etti. Sen buna
şükret! Zira gurbette iken ölen, şehit olur! der.
O gece Dağıstan usûlüne göre, iskat yapılır ve yemek dağıtılır. Şeyh Şerafeddin hz. mütebessim bir çehre ile misafirlerini ağırlar. Bu halini gören misafirler:
- Oğlu vefat ediyor, bu zâtta elem izi görünmüyor. Hiçbir şey olmamış
gibi, bize hizmet ediyor, diyerek hayret ederler.
Bunu hisseden Üstâz:
- Dünyada evlât için üç mürüvvet vardır: Doğumu, düğünü ve ölümü,
buyurur.
Vâris-i Resul olan Şerâfeddin hz. 'nin gösterdiği manevî ahlâk ve âdâb ile bazı kerâmet ve hâllerinden bahseden müridânından bir çokları, halen hayat­tadır. Bu müridinin sohbetlerinden dinlediğimiz ve el yazısı ile kaydedilmiş belgelerden edindiğimiz ibret-hâmis ve numune-i misâl ahlâk ve âdâbından, hâl ve harekâtından, kemâlât ve keramâtından bir nebze bahsetmek istiyoruz:
Şerâfeddin Zeynel Âbidin hz. kızını kaçıran bir aileyi yemeğe davet ederek; müslümanlıkta kin tutmanın, küskün durmanın ve husumetin yeri olmadığını bilfiil gösterip, ispat etmiştir.
Bir gün gelen misafirlere ikram edilecek bir şey olmadığı sırada, oğlu evdeki ineği keserek, ikramda bulunmuş. Bunun üzerine annesi oğlunu kendi­sine şikâyet etmiş. Hazret de:
- O kimin oğlu? diyerek cevap vermiş. Böylece, misafire ne yapılsa az
olduğuna işaret etmiştir. Bu olaydan, kendisinin de ne kadar sâhavet sahibi
olduğu anlaşılmaktadır.
Bir arama neticesinde evinde, altın, gümüş ve para bulamayan vazifeli­lerin:
Şeyh Efendi! Filâncayı aradık, evinde sandık dolusu para v.s. çıktı, seninki tamtakır, demeleri üzerine:[/font][/b]
[/color][/size][/font][/b][/color]

descriptionŞERÂFEDDİN ZEYNEL ÂBİDİN (K.S.) EmptyGeri: ŞERÂFEDDİN ZEYNEL ÂBİDİN (K.S.)

more_horiz
[b][font:0728=Tahoma][color:0728=black]Evlât! Para tren, biz istasyon. Geldiği gün icâbettiği yere gider. Evinde para çıkanlar, paranın bekçisi imiş! der.
Şeyh Şerâfeddin hz.'nin seçkin ihvânından-birkaç yıl evvel, yüz yaşla­rında iken, Bursa'da âhirete göçen-Eskici Ali Usta, Üstâz'ın büyüklüğünü gösteren ve bizler için de özel tenbihler ihtivâ eden bir olayı şöyle nakletmek­tedir:
-"Yeni derslendiğim sıralardı. Askerlik görevimi, İstanbul'da ifa etmek­teydim. Bir gün bir vesile ile, Üstâz'ın muârızlarından Dağıstan'lı bir hemşeh­rim ile buluştuk. Ben bu buluşmayı fırsat bilip, kendisini irşâd etmek ve Üstaz hakkındaki yanlış düşüncelerini düzeltmek istedim. Bir hayli sert tartışma yaptık. Sonunda ben onu iknâ edeceğime, o benim itikâdımı bozdu. Tesbihimi çiviye asıp, derslerimi terk ettim. Lâkin o hafta içinde-şehvet ve gadabıma mağ­lup olarak-iki tane büyük günah işledim. Bir hafta sonra, Sirkeci dolaylarında dolaşırken, Üstâz Şeyh Şerâfeddin hz.'ni uzaktan gördüm. Her İstanbul'a gelişinde olduğu gibi, Reşadiye oteline doğru gidiyordu. Ben kendisinden vazgeçtiğimden, gözüne görünmemek için geriye döndüm ve ara bir sokağa saptım. Çok geçmedi, omuzuma bir el dokundu ve Şeyh Efendi:
HZ. MUHAMMED (S.A.S.)'İN VÂRİSLERİ 253
- Nereye kaçıyorsun? Gel bakalım, arkam sıra, dedi.
Eminönü'ne doğru ilerlerken, içimden, arkadaşımın Şeyh Efendi hak­kında söylediği kötü sözler geçmekte idi. Ve "Artık Şeyh Efendi, beni kolay kolay kendisine bağlayamaz" diye düşünmekte idim. Yanı sıra gittim ve Cağaloğlu'nda küçük bir çayhaneye girdik. Çayhanede, tek başına Küçük Hüseyin Efendi oturuyordu.(*) Selâmlaşıp oturduktan sonra, Şeyh Efendi bana dedi ki:
- "Ali Usta! Sen bana ilk geldiğin vakit, ben sana baktım! Bir insanda
binbir tane kötü ahlâk olur; hepsi sende mevcuttu. Nakşibendî seccâdesine
oturduktan sonra sende, bu bin bir kötü ahlâktan iki tane kaldı. Biri şehvet,
diğeri de gazap. Bunları da bu hafta icrâ ettin ya!."
Bu sözleri duyunca, çok ağladım. İçimden, "Ben o günahları işlerken görmüş bu adam beni, yahu!" dedim. Ben ağlarken, onlar birbirleriyle başbaşa vermiş, gayet ehemmiyetle bir şey konuşuyorlardı. Lâkin konuştuklarından, hiç bir şey anlamadım. Ben Şeyh Efendinin konuştuğu bütün dilleri bilirim. Buna rağmen konuştuklarını anlayamadım. Sonradan öğrendiğime göre, Süryanice konuşuyorlarmış. İki saat kadar konuştuktan sonra Şeyh Efendi bana döndü ve:
- Yeter artık, affettik seni, dedi.
Bunun üzerine ben dedim ki:
- Şeyhim! Sen affettin ama, bizzat Allah, Resûlullah ve senin gibi kalb
gözü açık olan evliyâlar benim işlemiş olduğum günahı gördüler; ben kimse
görmedi zannediyordum, şeyhim. Onlar da affeder mi?
-Biz onların kapıcısıyız. Bizim yaptığımızı, onlar bozmazlar. Biz hep bir eliz, affımız birdir, dedi.
Şeyh Efendi! Buna karşılık şükren, ben ne yapayım? Mevlût mu okutayım? Kurban mı keseyim? Param var. Ne emredersen, onu yapayım, yapmaya kudretim var, dedim. Dedi ki:
Altı günü unutma! Nakşibendî seccadesine oturduğun vakit, bu kötü ahlâklardan seni nasıl korumuşlar, hatırından çıkarma! Ve Ehl-i Beyt'ten bir kimseyi sevindir!
Sonradan hesap ettim. Tesbihi bıraktığım müddet, hakikaten tam, altı gün ediyordu."
(*) Küçük Hüseyin Efendi Nakşibendî meşâyihinden olup, Mareşal Fevzi Çakmak'm üstâzıdır. Kabr-i şerifleri, Eyüp Sultan'da Piyer Loti Kahvesinin gerisinde, Mareşal'in kabrine komşu­dur.
Şeyh Nakşibendî Rifâi isminde bir zâtın buna benzer bir olayını, Şerafed-din hz. menâkıbında, (*) şöyle anlatıyor:
"Zamanın büyüklerinden olan bu Şeyh Efendiye yeni intisâb etmiş bir kimse bir gün, cahil bir hoca ile karşılaşır. Onun telkinleri altında kalarak, üstâzından soğur ve verdiği dersleri terkeder. Soğuk soluklu, nasipsiz, cahil adam, bu gencin temiz ve henüz temyiz hakkına sahip olmayan gönlüne dikilmiş taze fidanı söker, atar. (Boşuna dememişler: "Yarım hoca dinden, yarım doktor candan, yarım usta evden eder") Bu kötü düşünceler içinde bocalarken, bir gün kendisini bir uzun böcek (yılan) ısırır. Derdine çare ararken, bunun ilâcının Nakşibendî Rifâi lız.'nde olduğunu söylerler. Bu genç bir yandan mahcubiyet, bir yandan da ölüm korkusu ile Hazret'in huzuruna varır. Rifâi hz.:
Siz kimsiniz? Ben sizi tanıyamadım, der. Mürîd:
Altı ay evvel evlâdınız olan filâncayım. Ayağımı yılan soktu. İlâcı sizdedir diye geldim deyince, Hazret:
Bu yılanın devâsı kolay, evlât! Seni başka bir yılan sokmuş ki, onun devâsı güç! demesi üzerine, yaptıklarına nâdim olan genç, tövbe edip inâbesini tazeler."
Şeyh Şerâfeddin Zeynel Âbidin hz.'nin ihvânından biri, şu iki menâkıbı nakletmiştir:
"Şeyh Şerâfeddin hz. Dağıstan'ı terk edip, Türkiye'ye geldikten kısa bir müddet sonra, memleketindeki zengin bir dostuna mektup göndermiş ve:
- Oraları terk ediniz. Zira Resûlullah (s.a.v.) Efendimiz nazarlarını o
beldeden çekti, oralar zulme terkedildi. Kendinizi ve dostlarınızı da kurtarın,
demiş.
Fakat o zât geliri yerinde olduğundan, mektup münderecâtına göre hareket etmemiş; mal ve mülkünü terk etmemek pahâsına, Türkiye'ye gelmeyi reddetmiş. Kısa bir müddet sonra, bulunduğu yerler Rus ve Bolşevik istilâsına uğrayınca, aklı başına gelmiş; zamanında terk etmediğine çok pişman olmuş. Sonra bu zât, cebindeki on iki buçuk kuruş ile Arabistan'a kaçarak canını zor kurtarmış."
İkinci bir menâkıba göre de:
"Şeyh Şerâfeddin hz. İstanbul'da, Meserret otelinde misafir olarak kalıyorlarmış. Sohbet esnâsında müridânlarmdan Muallim Ziya bey, Şeyh Şerâfeddin hz.'ne:
(*) Şeyh Şerâfeddin hz.'nin hayatı boyunca yapmış olduğu sohbetler, kâtipleri tarafından kaydedilmiştir. Çok ibret verici olan bu menkıbeleri Cenab-ı Hak imkân verirse, bastırarak okuyucularımızın istifadesine sunmak istiyoruz.
Hazret, sizin ölümünüz ne tarz üzere olacaktır, diye sormuş. Üstaz:
Niçin merak ettiniz, deyince:
İçime öyle geldi Hazret, demiş. Hazret:
- Bizim ölümümüz, Ermeniler tarafından parçalanarak şehit edilmek
suretiyle olacaktır, cevabında bulunmuş.
Ziya bey bu cevap üzerine, kalkmış abdest almış, iki rekât "sünnet-i salât-ı vüdû'' namazı kılmış ve sonra:' 'Ya Râb! Bu hali üstâzımdan alarak, bize nasip eyle!" diye duâda bulunmuş. Sabahleyin Şeyh Efendi, Ziya beye:
- Bu münâcâtı yapmasaydınız. Zira münâcâtınız, indallah kesb-i kurbiy-
yet eyledi. Bu mukadderât-ı ilâhîye şahsınıza intibâk olundu, demiş.
Hakikaten de sekiz sene sonra, Orhangazi ilçesinin Süpürgelik mevki­inde, kuşluk vakti, muâllim Ziya bey Ermeniler tarafından, yirmi beş yerinden yaralanmak suretiyle şehit edilmiş."
Şerâfeddin hz.'nin Eskişehir hapishanesindeki hatırâtından, beraberinde bulunan Gaffarzâde Yusuf efendinin anlatmış olduğu bir hadiseyi nakledelim:
"Şeyh Efendi bir kaç ihvvnı ile birlikte hapishanede bulunuyorlardı. O tarihte meşhur olan bir zât (*) da talebeleri ile beraber orada idi. O zâtın talebeleri, ihvânlara mütemadiyen, Şeyh Efendiyi kasdederek:
Sorun, bir müşkülü varsa üstâzımız buradadır halleder, diyorlardı. Bunu Hazret'e söylediklerinde, Hazret:
Yokmuş, deyin! dediği halde, talebelerin İsrarları karşısında:
- Peki, soralım! Biz buraya ne için geldik; çıkışımız ne yolda olacaktır?
buyurdu.
Talebeler bu suâli o zâta götürdüklerinde, o zât:
- Makam-ı Yusuf da sükûtu ihtiyâr edelim. Dışarıda görüşürüz, ifâdeli
bir pusulayı Şeyh Efendiye gönderdi. Böylece "Sorun, cevap verelim" mese­
lesi kapanmış oldu.
Sonra ben, bu sorunun cevabını Şeyh Efendiden öğrenmek istedim. Hazret ısrarıma dayanamayıp:
- Yusuf Efendi! Üzerimizde, söylenilmesi lâzım olan emânetler ve
menâkıblar var. Bunları dışarıda, böyle yirmi dokuz kişiyi bir araya getirip
söylememize imkân yok. Bu emânetleri siz evlâtlarıma tevdî etmek için, buraya
toplanmış bulunuyoruz. Zira bizim için, buraya girmek bir iptilâ değildir.
Söylenmesi lâzım olan sözlerimiz olup da dinleyecek kimsenin bulunmayışı,
(*) Bu zât, Bedi-üzzaman Said-i Nursî hazretleridir.
bir iptilâdır. Çıkışımıza gelince; şu on üç kardeşiniz bir hafta sonra, inşaallah çıkarlar. On beş gün sonra, ikinci postada on altı kardeşinizle birlikte, inşaallah bizler de çıkarız. Bu arada haberiniz olsun ki; altı ay sonra, ricâluliahtan büyük bir zât âhirete intikâl edecektir. Ruhânî ve cismânî, cenâze merasimine iştirâk etmedik tek bir ricâl kalmayacaktır, buyurdular.
Bizler, "Bu zât kimdir acaba?" diye bekler olduk. Hazretimiz çok sıhhatli olduğundan, bu sözünü hiç bir surette onun üzerine kondurmadık. Tam altı ay sonra, Yalova'nın Güney Köyünde, 63 yaşında dâri dünyadan dâri ukbâya sefer edip, bizleri elîm üzüntülere garketti."
Kabr-i şerifleri Güney köyünde olup, el'ân ziyaretgâhtır.
Rahmetullahi aleyh rahmeten vâsia.[/color][/font][/b]
privacy_tip Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
power_settings_newLogin to reply