Kur'an, Cenab-ı Hakk'ın, emirlerini ve nehiylerini bildirmek için insanlara indirdiği bir nur, bir rahmet ve bir şifadır. Dolayısıyla Kur’an'ın muhatabı insandır; yani bizler. İnsanların kanunları insanlar gibi, zamanın geçmesiyle yaşlanıp eskidiği halde Kuran'ın hükümleri sanki her çağda yeni nazil oluyormuş gibi hep taptazedir. Bu yönüyle o, her konuda dünya hayatındaki tek rehberimiz ve tek kılavuzumuzdur.

“Elif, Lâm Mîm. Bu, kendisinde şüphe olmayan, muttakiler için de rehber olan bir kitaptır.”(1)

Cenab-ı Hak, maddi manevi her yönden mükemmel bir donanımla yarattığı biz insanları Kur’an vasıtasıyla, en doğruya ve en güzele yöneltmektedir. Bu nedenle insanın hem şahsi, hem de toplum hayatı açısından ihtiyaç duyduğu herşey Kur’an'da en güzel şekilde belirlenmiş ve açıklanmıştır… Kalp ve ruhun insan için ne kadar ehemmiyetli olduğu ve günahlardan nasıl korunmaları gerektiği; nefsin insanı nasıl kötülüklere sürüklediği; insanın dünya hayatında uyması gereken ölçüler; toplum hayatını fesada götüren çirkinlikler ve bunlardan kurtulabilmenin yolları ve insan hayatıyla ilgili daha bir çok konu, her yönüyle Kuran'da açıklanmaktadır. Bu yönüyle Kur’an, bizleri dünya ve ahiret mutluluğuna götüren tek vasıtadır.

“Biz Kitabı sana, her şeyin açıklayıcısı, müslümanlara da bir hidayet, bir rahmet ve bir müjde olarak indirdik.”(2)

Cenab-ı Hak, Kur’an’da kainattan ve kainattaki varlıklardan örnekler vererek insanlara müthiş bir ilim ve hikmet hazinesinin kapısını açmaktadır. Kainatın yaratılışını, varlıkların idaresini, herbir maddede işleyen hikmetli nizam ve mizanı mükemmel bir üslupla dile getirmektedir. Aynı zamanda, insanın yaratılışını ve yaratılırken geçirdiği evreleri de açıklamakla birlikte kalp ve ruh dünyasının ve manevi donanımının mükemmelliğini de harika bir şekilde gözler önüne sermektedir. Bu yönüyle Kuran, insanın içinde yaşadığı dünyayı tanıtmanın yanında; insanın içinde yaşayan dünyaları da müthiş bir anlatımla izah etmekte ve herbirimizin farklı farklı dünyasını aynı yöntemle aydınlatmaktadır.

“Ey insanlar muhakkak ki size Rabbinizden bir nasihat gönüllerde olana bir şifa ve müminler için bir hidayet ve bir rahmet gelmiştir.”(3)

Kur’an; emir ve nehiylerden, azap ve mükafattan, korkutma ve ümitlendirmeden, kıssa ve misallerden, hüküm ve kanunlardan oluşan ve aynı zamanda kainata ve Allah'ın sıfatlarına ait bütün ilimleri içinde barındıran ilahi bir bilgi hazinesidir. Bu yönüyle o, maddi-manevi bütün ihtiyaç ve sıkıntılarımıza karşı Rahman'ın rahmetiyle yol gösteren bir mürşittir… Bizleri, dünya hayatının, kalp ve ruhlarımızı alt üst eden tufanlarından koruyan sefine-i Nuh'tur (a.s.m)… Nûrefşân dokunuşuyla en katı kalpli insanların ruhlarında bile müthiş değişimler meydana getiren Asay-ı Musa'dır (a.s.m.)… Yeryüzünde çaresizlik içinde kıvranan tüm insanlığa, Cenab-ı Hak tarafından Arş-ı Azamdan uzatılan bir iptir… Ve varlıkların yaratıcısının, varlıkların en şereflisinin başına koyduğu sultanlık tacıdır… Kur’an-ı Kerim mânâ itibariyle kısaca budur. Bu mükemmel hakikatleri içinde barındıran Kur’an'ın gayesi, insanların dünyada ve ahirette mutlu olmalarını sağlamaktır. Peki, mutluluğumuzu gaye edinen bu yüksek kelama karşı bizim duruşumuz nasıl olmalı, tavrımızı ona göre nasıl ayarlamalıyız?

Hazreti Ebu Hüreyre'nin (r.a.) anlattığına göre; “İçinizdekini açıklasanız da gizleseniz de Allah sizi onunla hesaba çeker ve dilediğini bağışlar, dilediğine azab eder…”(4) ayeti nazil olunca, bu haber sahabelere çok ağır gelmişti. Onlar ayetin manasının ağırlığından iki büklüm, Resulûllah'a gelip yanına oturdular ve ona şöyle dediler:

Ey Allah'ın elçisi, bize yapabileceğimiz işler emredildi: Namaz, oruç, cihad ve sadaka. Bunları yapıyoruz. Ama Allah sana şu ayeti inzal buyurdu. Onu yerine getirmemiz mümkün değil.

Sahabenin bu sözleri Efendimizi müthiş üzmüştü. Çünkü onlar, Kur’an'ın inen her hükmünü tereddütsüz kabul edip uygulama noktasında adeta birbirleriyle yarışmışlardı. Ama şimdi inen bu yeni ayeti uygulayamayacaklarını beyan ediyorlardı Nebiler Nebisine. Nebi, onlara döndü ve hüzünle şunları söyledi:

Yani sizler de sizden önceki yahudi ve hristiyanlar gibi “işittik ama itaat etmiyoruz” mu demek istiyorsunuz? Hayır öyle değil şöyle deyin: “İşittik, itaat ettik, Ey Rabbimiz affını dileriz, dönüş Sanadır.”

Efendiler Efendisinin bu sözleri üzerine ashab hemen kendini toparlayıp bu sözleri tekrar etmeye başladı. Ve kısa bir süre geçmişti ki, nazil olan bütün Kur’an ayetlerini tereddütsüz kabul eden ve uygulayan bu kahraman sahabe topluluğuna, müjde verildi. Cenab-ı Hak onlara:

“Peygamber ve inananlar Ona Rabbinden indirilene inandı. Hepsi Allah'a meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine inandı. 'Peygamberleri arasından hiçbirini ayırdetmeyiz, işittik itaat ettik. Rabbimiz affını dileriz, dönüş sanadır' dediler. Allah kişiye ancak gücünün yeteceği kadar yükler!..”(5) ayetlerini indirmiş, güç yetiremeyecekleri hiçbir şeyden onları mesul tutmayacağını bildirmişti.(6)

Sahabeler, Efendiler Efendisinden duydukları her ayeti, canları pahasına uygulamaya çalışıyordu. Öğrendikleri ayeti yaşamlarına dökmeden ikinci bir ayeti öğrenmiyorlardı. Hatta öyleki, İslam tarihinde Kuran ve hadis ilimleri konusunda eşsiz bir yere sahip olan İbni Mesud (r.a.), Bakara suresini ancak beş yılda öğrenebildiğini beyan etmişti.Kur’an'ın her ayetine iman etmek ve her hükmünü uygulamak onların teslimiyet bilincinden kaynaklanmaktaydı. Biliyorlardı ki Cenab-ı Hak Kur’an'ı mutlu yaşamaları için indiriyordu. Dünyada ve ukbâda mutlu yaşamanın onlar için başka bir alternatifi yoktu…

İşte sahabe efendilerimizin Kur’an'a bakış açısı bu şekildeydi. Ancak geçen zaman bir tufan gibi insanların imani hislerini darmadağın etmiştir. Bize gelene kadar, insanların Kuran'a karşı duruşları kaymış, tavırları başkalaşmıştır. Neticede bizler de tavırlarımızı, hayata karşı bakış açımızı ve duruşumuzu Kur’an'a göre ayarlayacağımız yerde, Kur’an'ı kendimize uydurmanın gayreti içine girmişiz. Kur’an'ın yaşamla doğrudan irtibatlı olan manalarını unutup onu, sadece mevlit ve cenazelere has örfî bir mûsikî vaziyetine getirmişiz. Ve nihayetinde ruh dünyalarımız büyük bir çöküntü yaşarken, nefsimiz ve nefsimizi doyurma adına cismaniyetimiz dünya zevklerine meyyal bir hale gelmiştir.
Bütün bunlardan ve bunlar gibi manevi bütün hastalıklarımızdan kurtulmanın tek çaresi, sadece ve sadece Kur’an'a yönelmekle olacaktır. Öyleki bu yöneliş sahabe efendilerimizin gösterdiği teslimiyet bilincini tekrar canlandırmak adına, tüm varlığımızla olmalıdır. Bizler, Kur’an'ı, kulaklara hitap eden bir mûsikî olma kalıbından çıkarıp, yaşamlara hükmeden bir kanunlar mecmuası olarak algılamalıyız. Bu, bizim dünya mutluluğumuz için tek alternatif olmakla birlikte, ukbâdaki kurtuluşumuz için de yegâne yoldur.
Kaynaklar
1-Bakara,1-2
2-Nahl,89
3-Yunus,57
4-Bakara,284
5-Bakara,285-286
6-Müslim,İman,199

Gülşen GAzel- Ortak Zemin