I. ŞİÎLİK[1]

A) Kısaca İzahı:


Şiilik, îslâm siyasî mezheplerinin en eskisidir. Şiilerin ve mez¤heplerinin Hz. Osman (RA)'ın son dönemlerinde ortaya çıktığını, Hz. Ali (R.A.)'m döneminde ise gelişip yayıldığım daha önce izah et¤miştik.

Hz. Ali (R.A.) insanlarla oturup kalktıkça insanlar onun hayra¤nı oluyorlar, kabiliyetini, ilmini ve dindarlığını son derece beğeni¤yorlardı. Aşırı uçlar, insanların bu duygularını istismar edip, kendi görüşlerini yaymaya başladılar.

Emevîler döneminde Hz. Ali (R.A'.)'ın çocuklarına karşı yapılan zulüm ve işkenceler çoğalıp had bir safhaya varınca, Resulûllah'm soyundan olan bu insanlara karşı sevgi hisleri gittikçe arttı, insan¤lar bunlara, zulüm neticesinde şehid olanlar nazarıyla bakmaya baş¤ladı. Bu yolla Şiî mezhebinin çerçevesi gitgide genişledi ve mezhebin mensupları çoğaldı.

Bu mezhebin temel prensipleri îbn-i Haldun'un, «Mukaddime» adlı eserinde zikrettiği şu esaslardan ibarettir:

«Hilafet meselesi, ümmetin görüşüne başvurulan umumî mese¤lelerden değildir. Halife olacak kişi de ümmetin tayini ile başa gele¤cek birisi değildir. Hilafet, dinin temel prensibi ve İslâm'ın bir esa¤sıdır. Herhangi bir peygamberin bundan gafil olması, onu ihmal et¤mesi ve bunu ümmete bırakması asla caiz değildir. Bilakis peygam¤berlerin, ümmete imam tayin etmesi onun üzerine bir görevdir. İma¤mın da, büyük küçük bütün günahlardan beri olması gerekir.»

Bütün şiîler Ali b. Ebi Talib (R.A)'ın, Peygamber Efendimiz (S. A.V.) tarafından seçilmiş bir Halife olduğu ye onun, ashab-ı kiram (R.A.)'ın en efdali olduğu hakkında ittifak etmişlerdir.

$üler, sahabe-i kiram içinde de Hz. Ali'yi bütün sahabeden üstün sayanların bulunduğunu ileri sürmektedirler. Ilımlı bir Şiî olan îbn-i Ebil Hadid, Hz. Ali'yi bütün sahabeden üstün sayan sahabîler ola¤rak şunları zikretmiştir.

Âmraar.b. Yasir, Mikdad b. Esved, Ebu Zer el-Ğifari, Selman el-Farisî, Cabir b. Abdullah, Ubey b. Kâ'b, Huzeyfe, Bureyde, Ebu Eyyûb el-Ensarî, Sehl b. Hanif, Osman b. Hanîf, Ebu el-Heysem ,b. et-Teyhan, Ebu et-Tıfl Âmir b. Vâile, Abbas b. Abdühnuttalip ve oğuîîan ve bütün Haşimoğullan.

İbn-i Ebil Hadid şöyle devam ediyor: «Zübeyr b. Avam da önce¤leri bu görüşteydi. Daha sonra bu görüşünden döndü.» İbn-i Ebil Ha¤did, Benî Ümeyye'den bazılarının da aynı görüşte olduklarını Sa'd b. el-As'm bunlardan biri olduğunu sölyer.[2]

Bütün şiiler aynı görüşte değildirler. İçlerinde Hz. Ali ve oğulla¤rını takdir hususunda çk aşırı gidenler bulunduğu gibi, itidalli dav¤rananlar da bulunmaktadır. Mutedil şiîler, Hz. Ali'yi, bütün sahabe-i kiramdan üstün sayma, herhangi bir kimseyi kâfirlikle itham etme¤me ve Hz. Ali'yi beşeriyet üstü bir varlık kabul etmeme yolunu tutmuşlardır. Mutedil şiilerden olan İbn-i Ebil Hadid şöyle der:

«Bu meselede, düşüncelerine katıldığımız arkadaşlarımız kurtu¤luşa eren kimselerdir. Çünkü onlar, orta yolu tutmuşlardır. Hz. Ali'¤nin, âhirette varlıkların en efdali, cennette en üstün derecelisi, dün¤yada da varlıkların en üstünü, en çok özellikleri, meziyetleri ve kahramanlıkları bulunanıdır. Ona her düşmanlık eden veya buğzeden Allah Tealâ'nm düşmanıdır. Kâfir ve münafıklarla beraber, ebedî olarak cehennemde kalacaktır. Ancak tevbe ettiği, Hz. Ali'yi sevdiği ve onu dost edindiği tesbit edilen kişi müstesnadır. Hz. Ali'den önce Halife olan faziletli muhacirlere gelince, değil, onlarla kılıçla savaş¤ması veya kendisine biata davet etmesi Hz. Ali onların Halifeliğini reddetse, onlara kızsa, yaptıklarını hoş görmeseydi dahi onların he¤lak olduklarını rahatlıkla söylerdik. Bunlara Resulullah (S.A.V.) ga¤zap etmiş gibidir. Çünkü Resulullah onun hakkında şöyle buyurmuştur: «Sana karşı savaşmak, bana karşı savaşmaktır. Seninle ba¤rışmak, benimle barışmaktır.»[3]

Diğer bir hadis-i şerifte ise : «Allahım sen ona dost olana dost ol düşman olana da düşman ol.»[4] buyurmuştur. Bir başka hadis-i şe¤rifte de: «Seni ancak mümin bir kişi sever ve sana ancak münafık bir kimse buğzeder.»[5] buyurmuştur. Fakat bizler, Hz, Ali'nin, ken¤disinden önce Halife olanlarının hilafetine razı olduğunu, onların peşinde namaz kıldığını, onlarla hısım olduğunu ve onların yemek¤lerini yediğini görürüz. Hz. Ali'nin yaptıklarına karşı çıkmaya ve ondan nakledilen meselelerde aşırı gitmeye hiç hakkımız yoktur. Me¤selâ : Hz. Ali Muaviye ile alâkasını kestiği için biz de alâkamızı kes¤tik, ona. lanet ettiği için biz de lanetledik. Şam halkının ve içlerin¤de bulunan Amr b. 'Âs, oğlu Abdullah ve benzeri hayatta kalmış sa¤habenin sapık olduklarına hüküm verdiği için biz de onların sapık¤lıklarına hükmettik.

Kısaca biz, Hz. Ali ile Peygamber'in arasında sadece bir peygam¤berlik rütbesi farkını görüyoruz. Bunun haricindeki bütün meziyet¤leri, ikisinin arasında eşit görüyoruz. Hz. Ali'nin kendisine karşı çık¤tığı tesbit edilmeyen büyük sahabîlere dil [6]uzatmayız.[7]



B) Şiiliğin Doğduğu Yer Ve Zaman:


Daha önce izah ettiğimiz gibi Şiilik, üçüncü Halife Hz. Osman (R.A.) zamanında ortaya çıktı, Hz. Ali (R.A.) zamanında ise Hz. Ali (R.A.)'ın hiçbir katkısı olmaksızın büyüdü ve gelişti. Hz. Ali (R.A.)' in üstün kabiliyetinin istismarı buna vesile olmuştu. Hz. Ali vefat edince şiilik, mezhepler haline geldi. Bazıları çok aşırı iken bazıları mutedil idi. Fakat her halükârda şiiler, ehl-i beyte bağlılıkta aşın bir taassuba kaçmalarıyîa tanınmışlardır.

Emeviler dönemi, Hz.Ali (R.A.)'in şiüer tarafından takdir edili¤şinde, aşın davranıimasma teşvik e'diyordu. Çünkü Muaviye (R.A.) kendi döneminde, oğlu Yezid ve daha sonra gelen Emeviler dönemin¤de, Ömer b. Abdülaziz dönemine kadar devam eden kötü bir âdet meydana getirmişti. O da; Cuma hutbelerinin sonunda, hidayet ön¤deri Ali b. Ebi Talib (R.A) 'e lanet okunmasıydı. Diğer sahabîler bu tutumu şiddetle eleştirdiler. Muaviye ve valilerini bundan sakındır¤dılar. Peygamberimizin zevcesi Ümmü Seleme (R.A.) Muaviye'ye yaz¤dığı bir mektupta bundan vaz geçmesini isteyerek şöyle demiştir.

«Siz minberlerinizden Allah'a ve Resulüne lanet okuyorsunuz. Çünkü sizler Ali b. Ebî Talib'e ve onu sevenlere lanet okuyorsunuz. Ben ş'ahidim ki Resulullah (S.A.V.) de Ali'yi severdi.»

Buna ilâveten Muaviye'nin oğlu Yezid döneminde, hadis-i şerif¤te zikredildiği gibi cennet gençlerinin efendileri olan iki kardeş Ha¤san ve Hüseyin'in ikincisi yani Hz. Hüseyin zalimce öldürüldü, kanı heder edldi, dinin yasaklan çiğnendi. Hz. Ali ve Hz. Hüseyin'in kız-îan esir cariyeler olarak Yezicve gönderildi. Halbuki bunlar Resulullah'm kızının çocukları ve kendisinin temiz soyundandı.

İnsanlar bütün bu olupbitenleri gördü, bunlara engel olamadı, ve bunları önlemeye gücü yetmedi. Dolayısıyla mecburen öfkelerini yuttular, ister istemez susmak zorunda kaldılar, gitgide ızdırap ve hınçları arttı. Bunun neticesi olarak ta, Enıevilerin aşın derecede iş¤kenceye tâbi tuttuklan kimseleri, aşın derecede büyütmeye başladı¤lar.

Evet, düşünce ve duyguların devamlı baskı altında tutulması ki¤şiyi, davranışlannda ve yargilannda aşmlığa sevkeder. Çünkü, şef¤kat ve merhamet duygulannm kabarması, kendisine acınan kişiyi yüceltir ve kutsallaştır.

Şiilik ilk önce Hz. Osman (R.A.) ödneminde Mısır'da başladı. Çünkü Şiiliğin propagandasını yapanlar, Mısır'da bu iş için uygun bir ortam buldular. Şiilik, daha sonra Irak'a sıçradı ve orayı merkez edindi. Mekke, Medine ve Hicaz topraklannda bulunan diğer şehir¤ler, sünnet ve Hadis'in beşiği olmaya devam ederken Irak şülerin karargâhı haline gelmişti.

Acaba neden Irak, Şiiliğin merkezi olmuştur? Bunun birkaç se¤bebi vardı.

1) Hz. Ali (R.A'.) hilafeti boyunca Irak'ta kaldı. Orada insan¤larla görüştü, Iraklılar Hz. Ali'yi takdir etmeyi gerektiren faziletle¤rini bizzat gördüler ve hiçbir zaman Emevîlere kalben dost olmadılar.

2) Hz. Muaviye, hilafeti döneminde Irak'a vali olarak Ziyad b. Ebih'i gönderdi. Ziyad, görünüşte muhalefeti ortadan kaldırdıysa da insanların kalbinden, karşı gelme duygularını süenıedi.Ziyad'dan sonra Yezid devrinde Irak'ın valiliğini Ziyad'ın oğlu yaptı. Bunun dö¤neminde Emevîlere karşı ilk ayaklananlar Iraklılar oldu.

3) Âbdülmelik b. Mervan döneminde iktidar Mervan oğulları¤na geçince Âbdülmelik vali olarak Irak'a meşhur Haccac'ı gönder¤di. Haccac baskıyı daha da artırdı. Her baskı arttıkça şülik mezhebi de güçlendi.

4) Diğer yandan Irak, eski medeniyetlerin birleştiği bir yerdi. Irak'ta Fars ve Keldanî ilimleri ve bu milletlerin medeniyet kalmtı-lan bulunuyordu. Aynca bu ilimlere Yunan felsefesi, Hint düşünce¤si katılmıştı. Bu medeniyet ve düşünceler Irak'ta birbirleriyle yoğu-ruldular böylece Irak, îslâm fırkalannın birçoğunun meydana geldi¤ği bir yer oldu. Özellikle felsefe ile ilişkisi olan fırkalar... işte bu se¤bepledir ki Irak'ın düşünce yapısına uygun bir çok felsefî görüşler, şülik mezhebine karıştı.

5) Bütün bunlara ilâveten Irak, ilmi araştırmaların beşiği ve Iraklılar da zeki insanlardı. Bunlar hakkında İbn-i Ebil Hadid şöyle der: «Resulullah (S.A.V.)'in, devrinde yaşayan Araplarla bu toplu¤luk arasında bana göre fark şudur: Bunlar Iraklıdır., Küfe sakinle-rindendir. Irak toprağı, devamlı heva ve heveslerine uyan kişiler, acaip inanç sahipleri ve harika mezhepler'yetiştirir. Bu iklimin hal¤kı gözü açık, araştmcı, görüş ve inançlan inceleyici ve mezheplere itiraz edici bir karaktere sahiptir. Fars krallan olan Kisralar döne¤minde bunlann içinden «Mâni» «Deyson» «Mazdek» ve benzeri ki¤şiler çıkmıştır. Hicaz'ın karakteri ise böyle değildir, Hicaz halkının kafa yapısı da bu zihniyette değildir."

Bu izahlardan anlaşıldığı gibi Irak eskidenberi düşünce ve inanç¤ların birbirleriyle yarıştığı bir saha idi. Bu sebeple siyasi ve itikadı mezheplerin Irak'ta meydana gelmesi çok tabii ye şiiîiğin burada ya¤yılıp gelişmesi çok normaldi.[8]