îmamiyeler, imanım, imamlığını ispat etmesi için bir kısım akıl üstü davranışlar gösterebileceğine inanırlar. İmamda görülen hari¤kulade davranışlara peygamberlerde görülenlere denildiği gibi «mu¤cize» derler.

İmamîler şöyle derler.«imamlardan herhangi birinin imamlığı¤na dair delil bulunmadığı takdirde, imamlığın, mucize ile ispat edil¤mesi gerekir. Bu hususta, zamanındaki îmamîlerin lideri olan Tusi şöyle der: «İmam, bazan delil ile bazan da mucize ile bilinir. Delil¤leri nakledenler, özür yollarını kapayacak bir şekilde bu konuda bir delil naklettikleri takdirde maksat hasıl olmuş demektir. Şayet, de¤lilleri nakledenler bu hususta herhangi bir delil nakletmezler ve bun¤dan yüz çevirirlerse Allah Tealâ'nm, imamı başkalarından ayırdede-cek ve onun imam olduğunu tanıtacak bir ilmî mucizeyi, imamda gös¤termesi gerekir. Böylece insanlar, imamı tanıyabilsinler ve onu baş¤kasından ayırabilsinler.»[32]

Daha önce de izah ettiğimiz gibi İmamüere göre imamın ilmi, din ile ilgili herşeyi ve kendisine tevdi edilmiş hükümleri kuşatmış¤tır. Bu hususta Tusî şöyle der: «İmam olan zatm, dinin her sahasın¤da imam olduğu ve büyük, küçük, gizli, aşikâr bütün hükümleri tatbik etmeyi üzerine aldığı, tesbit olunmuş bir gerçektir. İmamın, imamlık sıfatına sahip olduğu halde hükümlerden bazılarını bilme¤mesi caiz değildir. Çünkü, ehli olmayana bir işi yüklemenin ve ehil olmayanı bir iş için yeterli görmenin, çirkin bir şey olduğu, bütün akıl sahiplerince ittifak edilen bir husustur.»

İmamiyeye göre, imamın herşeyi kuşatan bu ilmi, ledünnî bir ilimdir, Allah tarafından verilmiştir. Bu ilim fiilen mevcuttur. Ictihadla elde edilen veya mümkinattan olan bir ilim değildir.. Zira kişi ya bilir ve hüküm verir yahut ictihad eder, bilir ve hüküm verir. Ni¤tekim, imam olmayan âlimlerin durumu böyledir. İmamın ise böy¤le olması mümkün değildir. Zira ictihadla bilinmesi mümkün olan ilimler, eksik olan ilimlerdendir. Bu tür ilimler, önce cehaletle baş¤lar, daha sonra öğrenilir ve neticede ilim halini alır. İmamın, her¤hangi bir zaman dinî hükümlerden herhangi birisini bilmemesi caiz değildir.»

İmamilerin, imamlarının ilminin kuşatıcı mahiyette olduğuna hüküm vermeleri, imamların, Peygamber Efendimiz (S.A.V.) tarafın¤dan vekil tayin edildiklerini ve onlara dini açıklamayı tamamlaya¤cak bir kısım ilimleri tevdi ettiğini söylemelerinin zaruri bir neti¤cesidir, îmamîlere göre, imamların ilmi, peygamberlerin, kendilerine aktardığı bir emanettir, ve imamlar hatadan beri kişilerdir.

îmamilere göre, imamların varlığı, sadece dini izah etmeleri ve Resulullah'ın açıklamaya başladığı hükümlerin açıklanmasını ta¤mamlamaları için değil, şeriatı korumaları ve onu kaybolmaktan muhafaza etmeleri için de gereklidir. İmam, hem şeriatı tamamlar hem de korur. İmam, Resulullah (S.A.V.)'den sonra, şeriatın koru-yucusudur. Onu bozulmaktan, sapık düşüncelerin karışmasından, yı¤kıcı görüşlerin tesiri altında kalmasından korur. Zira imam, Allah'ın yeryüzünde kıyamete kadar devam edecek bir hüccetidir. Bu hususta Ali b. Talib (S.AV.) şöyle der: «Yeryüzü ve meşhur olmayan gizli ve¤ya açık olduğu halde herkesçe idrak edilemeyen, Allah'ın hükmü¤nü ayakta tutan bir hüccetten hâli değildir.»

İmamilere göre, yeryüzünde Allah'ın hükmünü ayakta tutan de¤lili, «vasi» diye adlandırılan vekildir. Vekilin, kendisine itaat edil¤mesini ve izinde yürünmesini gerektiren İSMET (masumiyet) sıfatı sayesinde din kıyamete kadar korunmuş olur.

Peygamber Efendimiz (S.A.V.) bir hadis-i şeriflerinde «Ümme¤tim sapıklıkta birleşmez,» buyurmuşlardır.[33] Dinin kıyamete kadar konmuşu aslında îslâm ümmetinin, sapıklıkta birleş memesinden ileri gelmektedir. îmamîler şöyle derler: «îslâm ümmetinin sapıklıkta birleşmesi, aklen mümkündür. Fakat masum olan imam (vasi) üm¤meti doğru yola sevkeder, irşad eder ve ümmeti sapıklığa düşmek¤ten korur. Diğer dinlerin mensupları, içlerinde masum bir imam bu¤lunmadığı için sapıklıkta birleşmişlerdir. Yine diğer ümmetlerin şe-şeriatları, şeriatların sonuncusu olmadığı halde, Hz. Muhammed (S. 'A.VJ'm şeriatı şeriatların sonuncusudur. Elbetteki böyle bir şeriatı kıyamete kadar sapıklıktan koruyacak bir masum kişinin bulunma¤sı gerekir.»[34]

Bu anlatılanlar, îmamiyenin İsnaaşeriyye fırkasına göre imamın mertebesine kısaca bir işarettir. Diğer bütün îmamilerin de, aynı görüşte oldukları anlaşılmaktadır. İmamın mertebesinin, peygambe¤rin mertebesine yakm olduğu hususunda îmamîler asla ihtilâf etme¤mişlerdir. Çünkü onlar, «vasi» olan imamın, peygamberden sadece bir sıfatla ayrıldığını açıkça söylerler. O da, imama vahyin gelmemesidir.

İmamın mertebesi hakkında geniş iddiaları kapsayan bu sözle¤ri okuyan kişi, bunların herhangi bir delile dayanmadığını, bilâkis bâtıl olduklarına dair delil bulunduğunu anlayacaklardır. Zira Hz. Muhammed (S.A.V.) îslâm şeriatını tümüyle açıklamıştır. Bu husus¤ta Allah Tealâ şöyle buyurur: «Bugün size dininizi tamamladım...»[35]

Eğer Hz. Muhammed (S.A.V.) İmamilerin iddia ettikleri gibi herhan¤gi bir şeyi gizlemiş olsaydı, Rabbinin, kendisine tebliğ etmesini em¤rettiği dini tebliğ etmemiş olurdu. Bu da mümkün değildir.[36]

Diğer yandan, hatalardan beri olmak ancak peygamberlere mah¤sustur. Peygamberlerden başkasının masum olacağına dair herhan¤gi bir delil yoktur.[37]



B) İsmailiyye:


Daha önce de işaret ettiğimiz gibi îsmailiyye, İmamiyenin bir koludur. Bu fırka, çeşitli îslâm ülkelerine yayılmıştır. Bir kısmı Af¤rika'nın güneyinde ve orta kısmında, diğer bir kısmı Şam'da, çoğun¤luğu ise Hindistan ve Pakistan'da bulunmaktadır.

İsmailler, Mısır ve Şam'a hükmeden «Fatımİler» ve çeşitli İs¤lâm ülkelerine hakim olan «Karamito» devletlerini kurmuşlardır.

Bu mezhep, İsmail b. Cafer es-Sadık'a nisbet edilir. Bu mezhebe mensup olanlar, imamların sıralanması meselesinde Cafer-i Sâdık'a kadar, İsnaaşeriyye taifesiyle ittifak halindedirler. İsnaaşeriyyeler, imamlığın, Cafer-i Sadık'tan sonra Cafer'in oğlu Musa Kâzım'a geç¤tiğine inanırlarken, İsmailiyye gurubu, Cafer-i Sâdık'ın diğer oğlu İsmail'e geçtiğini ileri sürerler. İsmailiyye mezhebine mensup olan¤lar, İsmail'in imam olduğunun babası Cafer-i Sâdık'ın nassı ile (sö¤zü ile) sabit olduğunu, ancak İsmail'in, babasından önce Öldüğünü ileri sürerler.

İsmail'in, babası Cafer-i Sadık'tan önce ölmesine rağmen, İsma¤iliyye mezhebinde olanlar, Cafer'den sonra oğlu İsmail'in, imam ola¤cağına dair, Cafer'in nassını geçerli sayarlar. Çünkü bunlara göre, imamın söylemiş olduğu bir nassı geçerli saymak, onu geçersiz say¤maktan daha evladır.

Bu görüşe şaşümamalıdır. Zira, İmamüer, imamlarının sözleri¤ni, 'şeriatın nasslarma denk tutarlar. Onlarla amel edilmesinin va¤cip olduğunu ve ö sözlerin ihmal edilmesinin caiz olmadığını iddia ederler.

îsmaililere göre imamlık, Cafer'in oğlu İsmail'den sonra, İsma¤il'in oğlu Muhammed Mektum'a geçmiştir. Muhammed Mektum «Giz¤lenen imamlar» mânâsına gelen «Mektum imamların» birincisidir. Çünkü îsmaililer, imamın gizli olabileceğini, buna rağmen ona itaa¤tin gerekliliğini savunurlar. Bunlara göre imamın gizli oluşu, imam oluşuna engel teşkil etmez.

İsmaililere göre, imamlık, Muhammed Mektum'dan sonra oğlu Cafer-i Musaddık'a, ondan sonra Musaddık'ın oğlu Muhammed el-Habib'e, ondan sonra Kuzey Afrika'da ortaya çıkan ve Fas ülkesi¤ne kral olan Habib oğlu Abdullah el-Mehdi'ye, ondan sonra da Mı¤sırda Fatımi devletini kuran diğer imamlara geçmiştir.

Diğer Şii mezhepleri gibi bu mezhep de Irak'ta ortaya çıkmış ve diğer mezhep mensuplarının gördükleri işkencelere bunlar da uğramışlardır. İşkence ve baskılar neticesinde bu mezhebe mensup olanlar. İran'a, Horasan'a ve onların komşuları Hindistan'a, Türkis¤tan'a kaçmışlar, mezheplerine eski Fars inançları ve Hint görüşleri karışmış, neticede birçokları hak yoldan sapmışlar, heva ve heves¤lerine uymuşlardır. İşte bu sebeple, îsmailiyye adını birçok fırkalar taşımaktadır. Bazıları İslâm'ın dışına çıkmamışken diğerleri, İslâm'ın değişmez hükümleriyle çelişen bir kısım düşünce ve inançları benim¤seyerek İslâm çerçevesinin dışına çıkmışlardır.

Bu mezhepten olanlar, Hindistan'da bulunan Brahmanizm dü¤şüncesinde olanlarla, Pythagoras felsefesini benimseyen îşrakiyyunla, Budizm inancında olanlarla ve Keldani ve Farsda bulunan inanç ve manevî düşünceler, astronomi ve benzeri gprüşlerle temas kurmuş, haşir neşir olmuşlardır.

Eu mezhep mensuplarından bir kısmı, bu hurafelerin tümünü kabullenmiş ve aşırı davranmışlardır. Aşın davranmaları ölçüsün¤de de îslamdan uzaklaşmışlardır. Bu mezhep mensuplarından diğer bir kısmı ise» bu hurafelerin sadece bir bölümünü almış ve îslâmî gerçeklerden tamamen uzaklaşmamalardır, îsmailiyye mezhebinde olanların, kendilerine prensip edindikleri gizlilik, onların îslâm ce¤maatinin çoğunluğundan kopmasına vesile olmuştur. İsmaililer, Sünnilerin inancına ısmamamışlardır. Bunlar, gizlilikleri.arttıkça îs¤lâm cemaatinden uzaklaşmışlardır. Bunların gizlilik prensibi o de¤rece ileri gitmişti ki kitap ve risaleler yazarlar, yazarlarının adla¤rını zikretmezlerdi. Meselâ: Birçok ilimleri ve derin felsefî görüşle¤ri kapsayan «îhvanussafa» risaleleri, İsmailîyye mezhebi mensupla¤rı tarafından yazılmış fakat âlimler, bunları yazanların isimlerini bi¤lememişlerdir.

İsmailiyye mezhebine mensup olanlara «Batıniler» de denir. Böy¤le adlandırılmalarının sebeplerinden biri, bunların, inançlarını in¤sanlardan gizlemeleridir. Gizlemelerinin sebebi ise önceleri zulüm ve işkenceye uğramaları idi. Daha sonra ise, inançlarını gizlemek, on¤ların bazı guruplarında psikolojik bir hastalık durumuna geldi. Bun¤lardan bir kısmına da «Haşşaşîn» denir. Bunların davranışları ve iç¤yüzleri, Haçlı seferlerinin ve Tatarların savaşları sırasında ortaya çıkmıştır. Bunların bir kısmı İslâm'a ve Müslümanlara bir belâ kay¤nağı olmuştur.

Bunların «Batmîler» diye adlandırılma sebeplerinden biri de bunların, birçok zaman «îmam gizlidir» diye iddiada bulunmaları¤dır. Bunlara göre Fas topraklarında kurulup daha sonra Mısır'a ge¤çen devletleri ortaya çıkıncaya kadar imamları gizli olarak devam .etmiştir.

Yine bunların «Batmîler» diye adlandırılış sebeplerinden biri de «Şeriatın bir zahiri vardır bir de batını, insanlar, onun ancak zahi¤rini bilebilirler, batınını ise ancak imam bilir. Hatta imam, şeriatın batınının batınını bilir.» demeleridir. Bunlar, bu düşünceden hareket ederek, Kur'an-ı Kerîm'i çok uzak ihtimallerle te'vÜ ettiler. Hat¤ta bazıları, bir kısım Arapça kelimeleri acaip şekillerde te'vil ettiler. Bu te'villerini ve imamda var olduğunu kabul ettikleri sırları «Batı ni ilim» diye adlandırdılar. «Zahiri ilim» «Batınî ilim» meselesinde İsnaaşeriyye taifesi de bunlara katılmaktadır. Bir kısım tasavvufçu lar da «Zahirî ilim» «Batınî ilim» meselesini bunlardan almışlardır

Kısaca, îsmailiyye mezhebinde olanlar, görüşlerinin çoğunu giz¤lerler, ancak müsait zamanlarda onların bir kısmını açıklarlar. Onlar, doğuda ve batıda nüfuzu yaygın olan bir devletleri bulunduğu za¤manda bile inançlarının tümünü ortaya koymamışlardır.

îsmailîlerin mutedil olanlarının benimsedikleri görüşler şu üç temel üzerine kurulmuştur. îsnaaşeriyyeler de bu fikirlerin çoğuna aynen katılırlar.

1) İlâhî feyiz: Bu, 'Allah'ın, imamlara lütfettiği bir bilgidir. 'Al¤lah Tealâ, imamları, imamlıkları icabı derece ve ilim yönünden, in¤sanlardan üstün kılmıştır, imamlarda, başkalarında olmayan ilim¤ler vardır. Onlara, diğer insanların idrak edemedikleri şer'î ilimler verilmiştir.

2) İmamın açık ve tanınan bir kişi olması gerekli değildir. Bi¤lâkis imam, gizli ve tanınmayan biri de olabilir. Buna rağmen ona itaat edilmesi vaciptir. O, insanlara doğru yolu gösteren mehdidir. O, geçen nesillerde ortaya çıkmamışsa da birgün mutlaka ortaya çı¤kacak, kıyamet kopmadan önce, zulüm ve haksızlıkla dolan yeryü¤zünü adaletle dolduracaktır.

3) İmana, hiçbir kimsenin önünde sorumlu değildir. îmam ne yaparsa yapsın, hiçbir kimse onu hatalı görmez. Bilâkis, herkesin, ona inanması vaciptir. Onun yaptığı herşey hayırdır. Ondan, şer su dur etmez. Çünkü imamda hiçbir kimseye verilmeyen bir ilim vardır.

îşte bu sebeple İsmailîler, imamların masum olduğuna inanırlar. Buradaki masumluğu, bizim anladığımız şekliyle «Hata işlemezler» mânâsına almamışlardır. Onlara göre imamın masumluğu şu mânâ dadır: Bizim hata sandığımız şeyleri diğer insanların yapması caiz olmadığı halde imamlar yapabilir. Çünkü onlarda, yollarını aydın latan ilim vardır.[38]