5) İmamiye:


Bugün, îran, Irak, Pakistan ve diğer İslâm ülkelerinde bulunan Şii mezhebine mensup olanların çoğu «Şii-İmamî» diye adlandırılan guruba dahildirler. «Şii İmamı» fırkasına, Kur'an-ı Kerîm'in âyetle¤rinden birine veya dinin kesinlikle bilinen bir emrine ters düşecek de1 recede, inançları sapık olmayan bazı Şii gurupları dahil olduğu gibi, inançları sapık, yaptıkları, îslâm ile bağdaşmayan diğer bazı gurup¤lar da dahil olmaktadır. Bu mezheplere kısaca temas edeceğiz. Bu gurupların üzerinde durduğu nokta: «îmamiye» sıfatıdır. Çünkü bunların hepsi, Zeyd b. Ali (R.A.)'ın dediği gibi, imamın sıfatla ta¤yin edilmeyip şahsen tayin edildiğini iddia ederler.

Hz. Ali, Peygamber tarafından tayin edilmiştir. O da, Peygam¤ber (S.A.V.)'in vasiyeti gereği, kendisinden sonra gelecek imamları tayin eder. Bunlar, imamları «Vasiler» olarak adlandırırlar. îmami-ye mezhebinde olanlar, Hz. Ali (R.A.)'ın, Peygamber Efendimizden gelen açık ve kesin bir delille bizzat imam tayin edildiği, imamın, sıfatlarıyla tayin edilmediği hakkında ittifak etmişler ve şöyle demiş¤lerdir :

«Dünyada Halifeyi tayin etmekten daha önemli bir iş yoktur ki Resulullah (S.A.V.) İslâm ümmetinin bu önemli işini kalbinde bulun¤durmayarak vefat etsin. Zira, Resulullah (S.A.V.) insanlar arasında¤ki anlaşmazlıkları gidermek ve onların arasını bulmak için gönde-rümiştir. Resulullah'm, insanları herbirinin, diğerinin katılmayaca¤ğı bir yolda olacakları bir şekilde başıboş bırakarak vefat etmesi caiz değildir. Bilâkis, kendisine başvurulacak bir kişiyi tayin etmesi, ken¤disine güvenilen ve itimad edilen birini açıkça halifeliğe tayin etme¤si, ona vaciptir.

İşte Resulullah'm tayin ettiği o şahıs, Hz. Ali'dir.» îmamîler, Resuîullah (S.A.V.) tarafından bizzat Hz. rAli (R.Â.)'ın halife olarak tayin edildiğine delil olarak, doğru ve sahih olduğunu zannettikleri bazı hadisleri gösterirler. Bu hadisler şunlardır.

«Ben kimin dostu isem Ali de onun dostudur. Ey AHahunl Sen ona dost olana dost ol, düşman olana düşman ol.»[24]

«Sizin en iyi hükmim, vereniniz Ali'dir.»[25]

Şiilere karşı çıkanlar, bu zikredilen delillerin, Resulullah'dan ge¤lip gelmediği hususunda şüphe etmektedirler.

İmamiye mezhebi mensupları, Peypgamber Efendimiz (S.Â.V.) zamanında görülen bazı hadiselerden de, Hz. Ali'nin, Peygamber ta¤rafından halife tayin edildiğine dair deliller çıkarmaya çalışırlar, Meselâ:

Resulullah (S.A.V.) hiçbir sahabeyi Hz. Âli'ye âmir tayin etme¤miştir. Hz. Ali, Resuluilah'dan ayrı bulunduğu her harp ve müfreze harekatında âmir kendisi olmuştur. Ebubekir, Ömer ve diğer sahabîler böyle değildirler. Çünkü onlar bazan âmir olmuşlar, bazan da başkaları onlara âmir tayin edilmiştir. Bunun en güzel örneği; Hz. Ebubekir ve Ömer'in de içinde bulundukları ve Resulullah'm, başı¤na komutan olarak Üsame'yi tayin ettiği ordudur.

Şiilerin, kendi inançlarına göre Peygamber Efendimiz (S.'A.V.) Hz. Ebubekir ve Ömer'i, Hz. Ali'ye vasiyet ettiği hilafet mevzuunda Ali'¤ye karşı çıkmamaları için Üsame'nin emri altındaki ordu ile gönder¤miştir.

Yine Şiiler, Peygamber Efendimiz (S.A.V.), Hz. Ebubekir'i Hac için âmir tayin ettiği vakit, Tevbe sûresinin nazil olduğunu, Hac mev¤siminde bu sureyi insanlara tebliğ etmek için Hz. Ali'yi gönderdiği., Haccm âmiri olduğu halde Hz. Ebubekir'i vazifelendirmediğini de bu hususta delil olarak gösterirler.

Görüldüğü gibi îmamiler, doğru olduğuna inandıkları bir kısım haberleri ve nass mahiyetinde sandıkları bazı davranışları, Hz. Âli (R.A)'ın bizzat halife tayin edildiğine delil getirirler.İslâm alimlerinin çoğunluğu ise delil gösterilen bu haberlerin doğ¤ruluğunda ve kendilerinden hüküm çıkarılmak istenen icraatın sıhhatmda îmamîlere muhalefet etmişlerdir.

İmamiler, Hz, Ali'nin nass yoluyla Resulullah'm halifesi olduğu hususunda ittifak ettikleri gibi, Hz. Ali'nin, Hz. Fatıma'dan doğma oğulları Hasan ve Hüseyin'in, Hz. Ali'den sonra sırasıyla, hilafete 'gelmesi icabeden vekiller oldukları hususunda da ittifak etmişler an cak, bunlardan sonra gelecek olan halifeler hakkında ihtilâfa düş¤müşlerdir. Hatta bu hususta yetmişten fazla fırkaya ayrıldıkları söylenilmektedir. Aralarında en büyük iki fırkaîsnaaşeriyye ve İsmailiyye'dir.[26]



A) İsnaaşeriyye:


Bunlar, halifeliğin, Hz. Hüseyin (R.A.)'dan sonra Ali Zeynelâbi-din'e ondan sonra Muhammed el-Bâkır'a ondan sonra Cafer-i Sadık'a, ondan sonra Musa Kâzım'a, ondan sonra Ali el-Rıda'ya, ondan sonra Muhammed el-Cevad'a, ondan sonra Ali el-Hadiye, ondan son¤ra Hasan el-Askert'ye, ondan sonra onikinci imam olan Askerî'nin oğlu Muhammed'e ait olduğunu kabul ederler. îsnaaşeri'ler, onikin¤ci imam Muharnmed'in, babasının evinde «Sirdab» diye adlandırılan bir sığmağa girip gizlendiğine ve bir daha dönmediğine inanırlar. îs-naaşerîler, gizlenen onikinci imamın yaşı mevzuunda ihtilâf ederek bazıları, gizlendiği zaman yaşının dört olduğunu, bazıları ise sekiz yaşında olduğunu söylerler. Yine İsnaaşeriler, gizlenen onikinci ima¤mın, vereceği hüküm hakkında da ihtilâf etmişler, bazıları, kaybol¤duğu yasta iken, halifenin bilmesi gereken şeyleri bildiğini ve ona itaat etmenin vacib olduğunu ileri sürerken, diğer bir kısmı, hüküm vermenin, gizlenen imamın mezhebine mensup âlimlere ait olduğunu söylemişlerdir.

Günümüzdeki isnaaşeriyye mezhebi mensupları bu son görüşü be¤nimsemektedirler. Irak nüfusunun hemen hemen yarısı, îsnaaşeriyye mezhebine mensup olan Şiiîerdendir. îtikadi meselelerde, aile huku¤kunda, miras, vasiyet, vakıf, zekât ve ibadetlerinde, İsnaaeşriyye mezhebini tatbik ederler, İran halkının çoğu da Şiiliğin bu koluna mensuptur. Bu mezhep mensuplarından bazıları Suriye'de, Lübnan'¤da ve birçok İslâm ülkelerinde bulunmaktadır.Bunlar çevrelerinde bulunan Sünnîlere hoş görünmeye ve onlan, kendilerinden nefret ettirmemeye çalışırlar.

İmamiyeniri İsnaaşeriyye kolu, diğer imamiyeler gibi imamda, Peygamber (S.A.V.)'in vasiyeti ile aldığı mukaddes bir otoritenin bu¤lunduğunu kabul eder. İmamın, müslü m anların işini vasiyetle üze¤rine aldığı gibi...

İmamın bütün davranışları, vasiyetin sahibi Hz. Muhammed (S. Â.V.)'den kaynaklanmaktadır. Şimdi bunlara göre imamın yetkile¤rini ve yetkilerinin kanunî sınırlarını anlatmaya çalışalım.[27]



İmamiye'ye Göre Halifenin Mevkii


İmamiyye mezhebinde olanlar, imamın şer'î hükümler ve kanun¤lar bakımından otoritesinin tam olduğuna, her söylediğinin şer'î bir hüküm olduğu ve imamdan, şeriata ters düşen herhangi bir davranı¤şın meydana gelmediğine dair ittifak içindedirler. Bu hususta büyük âlim, Muhammed Hüseyin Ali Kâşif el-Ğita, şöyle der: «İmamiye mez¤hebine mensup olanlar, ortaya çıkan her hadise hakkında 'Allah Tealâ'nm bir hükmü bulunduğuna, mükellef olan kulların, yapmış ol¤dukları her" amel hakkında Allah Tealâ'nın şu beş hükmünden biri¤nin mevcut olduğuna inanırlar: Yapılan iş, ya vaciptir, ya haram¤dır, ya mekruhtur yahut menduptur veya mubahtır, Allah Teaîâ, bu hükümleri, peygamberlerin sonuncusu olan Hz. Muhammed'e göndermiştir. Hz. Muhammed bu hükümleri ya 'Allah'ın vahyi ile veya ilhamla öğrenmiştir. Hz. Muhammed, bu hükümlerden çoğunu açıklamıştır. Özellikle etrafından ayrılmayan ashabına, her gün hu¤zurunda bulunan ashabına açıklamıştır. Böylece o ashab, çevrede bulunan tüm müslümanlara dini tebliğ ediciler olsunlar... Netekim Al¤lah Tealâ bir Âyet-i Kerime'de şöyle buyuruyor: «Böylece siz, insan¤lara karşı şahitler olasınız. Peygamber de size karşı şahit olsun...»[28] Birçok hükümler, tatbik edilmelerini icap ettiren sebepler gerçek¤leşmediğinden açıklanmamıştır. Yine dinin peyderpey yayılması hik¤meti, bir kısım hükümlerin izah edilmesini, diğer bir kısmının da giz¤li tutulmasını gerektirmiştir. 'Ancak, Hz. Muhammed (S.A.V.) bu çe¤şit hükümleri vekillerine öğretmiş, her vekil de kendisinden sonraki vekile bunları aktarmıştır. Umumî hükümlerin istisnalarım, mutlak olarak bırakılan hükümlerin sınırlandırılın alarmı, kapalı olan hükümlerin izahına, hikmete uygun bir şekilde ve müsait zamanlarda vekiller tebliğ edeceklerdir.

Meselâ: Peygamber Efendimiz (S.A.V.) umumî bir hüküm be¤yan eder, hayatının daha sonraki dönemlerinde o hükmü sınırlandı¤rır veya sınırlarını beyan etmez de vakti gelince onu izah etmeleri için vekillerine bırakır."[29]

Evet bu sözler, muhterem el-Gita'dan alınmıştır. Bu sözlerden ve benzerlerinden, îmamiyenin, şer'i hükümler hakkındaki görüşle¤rine dair şu üç husus anlaşılır.

1) Bunlara göre kendi imamları, Resulullah'm kendilerine şe¤riatın sırlarını bıraktığı vekillerdir. Resulullah, şeriatın bir kısım hü¤kümlerini beyan etmiş diğerlerinin zamanı gelmediği için izahla nnı vekillerine emanet etmiştir.

2) Vekillerin her söylediği İslâm şeriatıdır. Çünkü bunların söy¤ledikleri, peygamberliği tamamlamaktadır. Bunların sözleri, Peygam¤ber Efendimiz (S.A.V.)'in sözü gibidir. Zira, bunların söyledikleri, Resulullah'm, kendilerine emanet ettiği dini sırlardır. Onlar konuşur¤ken, Resulullah'dan aldıklarını konuşur ve onun, özellikle, kendileri¤ne tevdi ettiği şeyleri izah ederler.

3) İmamlar, dinin umumî hükümlerini hususileştirebilirler, mutlak hükümleri smırlandırabilirler.

Hüküm koyma bakımından imamların bu mertebede olduklarını sanan İmamîler, imamlarının hatâ yapmaktan, unutmaktan ve gü¤nah işlemekten beri olduklarına ve imamın, kendisine hiçbir şüphe arız olmayan, temiz ve temizleyen bir zat olduğuna inanırlar. Bu hu¤susta îmamîler ittifak içindedirler.

İsnaaşeriyyelerin kitapları da aynı meseleleri ortaya koymaktadır. Meselâ: eş-Şerif el-Murtaza «Şâfî» adlıa kitabında şöyle der: Hem bize hem de bize muhalif olanlara göre îslâmî hükümleri ve îslâm ceza hukukunu tatbik edecek bir imamın mevcut olması şarttır. Ma¤demki imamın bulunması şarttır, o halde bu imamın masum olması da şarttır. Çünkü, dini tatbik eden bir imam olduğu halde, masum ol¤mazsa dinen hatâ mümkündür. îmamm hatâ işlemesi halinde ise biz¤lerin o hatâda imama uymamızı ve yaptıklarını taklid etmemizi ge¤rektirir. Bu ise herhangi bir vesile ile dinen çirkin olan şeyleri yapmakla emrolunduğunıızsu icabettirir. Mademki dinen çirkin olan şey¤leri yapmakla emrolunduğumuz iddiası bâtıldır. O halde kendilerine uymakla emrolunduğumuz ve dinen izlerini takip etmeye mecbur ol¤duğumuz imamlar masumdur, asla yamlmaz ve hata işlemezler.[30]

îmamiyeler, imamlarının, hem zahiren hem de batmen, imam olmadan önce de imam olduktan sonra da masum olduğuna inanır¤lar. Bu hususta İmamiyelerin, ileri gelen din adamlarından olan «Tusî» şöyle der: «Hikmet sahibi olan yüce Allah'a, saygı ve tazimi gerektiren emaneti, kendisine batmen lanet edilmesi ve kendisinden uzaklaşılması caiz olan kişilere vermesi asla yakışmaz. Zira bu bir cehalet ve gaflettir. Keza, imamın, henüz Halife olmadan önce ma¤sum olduğu, halifelikten önceki davranışlarından anlaşılır. Çünkü imamın söylediği sözler, o konuda delil olan sözlerdir. Evet, imamın, imam olmadan önce de masum olması gerekir. Zira, böyle olmazlar¤sa onlardan uzak durulması gerekir. Bu ise doğru değildir. Nitekim, peygamberler hakkında da aynı şeyi söyleriz. Yani onlar, henüz pey¤gamber olmadan dahi masumdurlar.[31]